Mehmet Salih KÖSE
AH REŞİT HOCA AH
AH REŞİT HOCA AH
Çok zeki bir insandı. İyi bir futbolcuydu. İyi de futbol hocası. Futbol bilgisi; hocalığı Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş kadar vardı. Olmayan sadece dayısı... İmkân verilseydi futbolda güzel işlere imza atardı. Dedik ya “torpilin, dayın, arkan” yoksa ağzınla kuş tutsan neye yarar?
Ben Reşit Hoca’yı çok küçük yaşlardan beri tanırım. O Küçük Ayliya'nın, ben Büyük Ayliya'nın çocuğuydum. Benden yaşça küçüktü. Ama arkadaşlığımız, yıllarca sürdü. Dosttuk, arkadaştık. Hiç unutmam; beyaz fanila üzerine yağlıboya ile hilal yaparak “Hilal Spor” isimli mahalle takımı kurmamızı. Hayatımızın anlamında hep futbol vardı. Ortaokulun bahçesinde, Hamam Çimeni’nde, Harmancık’ta, Çamlık’ta hep aynı takımda oynadık. Tütünspor Kulübü’nde, takım arkadaşı olduk. Yine ben kalede, Reşit Hoca önümde oynadı. Çok yakındık. Beraber itiraz eder, maç sonrası beraber “tükürük köftesi” yerdik. Kıbrıs savaşı sırasında Reşit Hoca ve Aslan Hoca'nın kurduğu Tütüncülerspor'da da beraber oynadık. Şampiyon olduk. Ama rahmetli Çolak İbrahim kupamızı vermedi. Reşit Hoca; Sebatspor, Tütüncüler’e doğru krosa çıkınca, sorardı rahmetli Çolak İbrahim Ağabey'e: “Kupamız nerede, bir kupayı çok mu gördün Tütüncüler'e? Aslan Hoca, hiç değilse şampiyon olduk diye bir kasa armut aldı bize.” der, gülerdik.
Reşit Hoca, Akçaabat'ta sıradan biri değildi. Bu şehrin sosyal hayatında, bilhassa da sporunda vardı. Uzun dönem Sebatspor'da futbolculuk ve hocalık yaptı. Şampiyonluklar kazandı. Çeşitli il ve ilçe takımlarında hoca olarak çalıştı. Futboldan ve hocalıktan para kazandı mı? Hayır, kazanmadı. Bilhassa o, “Bizim Reşit”ti. Gel dersen gelir, git dersen gider. Ne kadar para alacağım diye sormazdı.
Akçaabat Lisesi’nde uzun dönem memurluk yaptı. Akçaabat Lisesi’ni en iyi Reşit Hoca analiz eder, öğretmenleri tanırdı. Müthiş bir taklit yeteneği vardı. Belki bir tiyatro grubu ile çalışsa iyi bir tiyatro sanatçısı olabilirdi. Ama o daha çok futbolu seçti. Kemal Sunal'ı taklit ederdi okul gecelerinde. Hatta Sebatspor ile maçlara gittiğimizde esprileri ile futbolcuları neşelendirirdi. Çok anılarımız var Reşit Hoca ile deplasmanlarda. Yazsam bir roman olur.
Bugünkü “Z kuşağı” tanımaz onu. Bu şehrin bir parçasıydı Reşit Hoca. Zaman zaman da Türkiye'nin halinden sohbet ederdik. “Nereye gidiyoruz; nereye gidiyor dünya?” diye sorardı. O kadar sevecen o kadar şakacıydı ki bazen dünyaya bile sığmıyordu. Öyle güzel duyguları vardı ki; ruhunun kanatları gökyüzüne değiyordu. Bütün kalbi ile futbola, Sebatspor'a ve kültürü ile bu kentte bağlıydı. Herkesin dilinden anlar, herkese onların diliyle konuşurdu. Zaman zaman spor kitaplarının yanında güncel kitaplar da okurdu. O bir futbol çocuğuydu; espri küpüydü, candan dosttu. Küçüklere bir ağabey gibi davranır; bilinmeyenleri futbolcusuna öğretir, zor durumlarda arkadaşı için her tehlikeye atılırdı. Çok deplasman maçalarında sırt sırta beraber durduk Reşit Hoca’yla. Tokat’ta Erbaa maçında başımızdan geçenleri unutamam.
Ben, Reşit Hoca'nın vefat haberini alınca çok üzüldüm. Sanki bir yıldız düştü gökten. Ayliya'da bulunan o ihtiyar ceviz ağacı üzüldü; o da bir zamanlar çocuktu oralarda. Belki de hayalleri vardı. Çok genç yaşta o amansız hastalık aldı onu bizden. Şimdi bizler susuyoruz. İçimizde sessiz bir çığlık. Reşit Hoca; hâlâ gülümsemelerin, ela gözlerin gözlerimde. Elindeki o hoca düdüğünü nasıl bıraktın sen? Üzerindeki kırmızı beyaz eşofmana gül işledim ben. Halbuki zaman bahara açılıyordu. Vakit çok erken. Anladım, “yazgım böyle” diyorsun. Kadere inancın vardı zaten. Çok öykülerin vardı. Anlatacaktın bizlere bahçede. Hani derdin ya “hayat sevince güzeldir” ve tüm insanları severdin. Son günlerde bir iki defa buluştuk seninle. Torunlarından bahsettin bana.
Sevgili arkadaşım; zaman yüzleri eskitse de ben seni unutamam. Söylenecek ve yazılacak o kadar güzellikler bıraktın ki bana anlatamam. Bu haberin; zaten yaralı olan kalbime, bir başka ağrı veridi. Sen, bu kent için ve bir spor adamı olarak içinde sakladıklarını; buralarda yazsam kağıtlar almaz. O kadar tutkundun hayata ve kente. “Yeneceğim ben bu hastalığı, yeneceğim” diyordun. Yenmiş gibi de görünüyordun zaman zaman. Anladım yoruldun. Çekilmek istedin sessiz dinlenmeye. Bilemem bu şehirde doğar mı senin gibi güzel ve kocaman yürekli bir adam?..
Reşit Hoca, sen benim hep düşlerimde çocukluk, gençlik, olgunluk günlerindeki gibi taze kalacaksın. Sadece çocukluğumuz bile çok güzel bir masaldı Reşit Hoca.
Bu bahar ve kutsal Cuma gününde, sana karşı olan sıcak duygularımızı üşüttün sadece.
Leylaklar, defneler, menekşeler, zambaklar, çimenler aldı seni kollarına. Senin bu şehre verdiklerin, çiçekler kadar güzeldi Reşit Hoca. Pembe bir gülümseme, sarıp sarmalasın seni. Sen gülmeyi ve güldürmeyi severdin. Hayatın gülümseyen yüzüydün. Öfke gümbür gümbür döverken kıyıları, plajları, sen hep, “ne oluyor çocuklar; hayat kavgaya değmez” der, dostluğa çağırırdın insanları. Senin ayak bastığın o sahalar; Hamam Çimeni, Ayliya, Okulun Bahçesi, Akçaabat Lisesi unutmaz. Belki de şimdi ağlıyorlar sana. Hani elbiseleri astığımız çınara “çıkarsın, çıkamazsın” derken zıplamış çıkmıştın.
Güle güle git Reşit Hoca. Mekânın cennet olsun. Seven dostlarına sabır. Sen gidiyorsun, geriye hatıraların ve o pırıl pırıl kalbin kalır.
Ölüm acı, ölüm sessiz. Reşit Hoca'nın ölümü; geride özlem bırakır. Sen kabirde uyurken, senin yanında öten bülbüller inan güzel sesindir Reşit Hoca... Ömür tükense de eserlerin ve sevgin tükenmez. Bu şehirden bir Reşit Hoca geldi geçti. Sevgisiyle, futboluyla, hocalığıyla. İnsanlığı ve gülümsemesiyle.
Gidiyorsun sessiz he? Ah Reşit Hoca ah...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.