Ali MARKAL
AKÇAABAT ve SEBAT!
Daha birkaç yıl evvel bize süper lig takımlarını Akçaabat’ta izleme olanağı veren takımımız, sahipsizlik, vurdumduymazlık, çekişmeler ve bananecilik yüzünden ne hallere düştü. Böldük, küçülttük, mağdur ettik, yok ettik!.. Akçaabat’ın adını tüm dünyaya öğreten takımımız ne hallere kaldı. Akçaabat, alameti farikasının değerini bilmiyor mu?..
Akçaabatlılar olarak biz, adamımıza, takımımıza, şehrimize kısaca değerlerimize sahip çıkmayı beceremiyoruz galiba! Akçaabat’ın güzelliğini yağmalayarak, şehri düşürdüğümüz çirkin hal gibi Akçaabat sebat spor’da yavaş yavaş kaderine terk edildi, aşağıya yolculuğa hız verildi. Sahip çıkmak bu mu? Kusura bakmayın ama “El tenekesini parlatıp gümüş diye yutturmak peşindeyken, biz altınımızı mangıra çevirmekte mahiriz.” Bunun için herkes şapkasını önüne koyup düşünmeli ,değil mi?
Bir araya gelmek bir başlangıçtır, beraberliği sürdürmek bir ilerleme ve beraber çalışmakta gerçek başarıdır. Bu nedenle; şimdi herkese görev düşmekte. Cenaze bizim Akçaabatlılar! Bunu ayağa kaldırmak hepimizin görevi olmalı artık! Bu işi birkaç kişinin sırtına yıkarak geri çekilmek yok! Herkes üstüne düşeni yapmalı ve bu takım yine hak ettiği yere çıkmalı… Unutmamalı ki, hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez. Yine unutmamalı ki, dün ile bu gün arasında çıkacak bir kavgada, yarın kaybedecektir!..
Üzgünüm!.. Dün Çolak İbrahim’ler, Pir Ali’ler, Hüseyin Reisler Sebat için karşılıksız koştururken, O’nun için yaşarken, Mevlüt Selami’ler tüm varlığı ile bu takım için elinden geleni yaparken yani aidiyet duygusu ile ait oldukları şehrin değerlerine sahip çıkarken, bu gün bu koca çınar umarsızca sahipsiz, öksüz bırakılmış gibi geliyor bana. Oysa anımsıyorum, daha dün, çocukluğumuzda elimize geçirdiğimiz kırmızı-beyaz bayrakla, “şen ola sebat şen ola” türküsünü bağıra bağıra söyleyerek sokaklarda çocuklarla konvoy halinde tur atıyorduk… Çocukluğumuza dair anılara Sebat’ta dahil yani.
Top sahası yani hamam çimeni pazar yeri olduğundan bu yana Akçaabat’ta futbol eski cazipliğinde, eski yükselişinde, eski rağbetinde değil gibi. Her yaz orada yapılan turnuvaların tadı bir başkaydı. Etrafı kavak ağaçları ile çevrili o toprak saha da atardı Akçaabat’ın kalbi sanki. Yaz tatilinde üç-beş kuruş harçlık kazanılsın ya da ticaret öğrenilsin diye sakız satan çocuklar, limonatacı Aşık, haşlanmış mısır satanlar ve azımsanmayacak çoğunlukta seyirciler, o sahanın etrafında bir şenlik oluştururdu…
Üzgünüm!.. dünkü büyüklerin yaptığını yapamadığımız, bayrağı yukarılara taşıyamadığımız, Sebat küme düşerken sadece anılarımızdan teselli aradığımız için üzgünüm!..
“Dünyanın en güç işi bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığına ses çıkarmadan seyretmektir. (Mevlana)”
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.