Kelimeler anlamından intihar ederken, sevgiler birilerin ağzında sakızken CESURca olacak bu yazı. Ama unutma her şey bir kitabın içinde kurutulan çiçekte kaldı. Her şey plastikten... DÜŞüncüler elastikten. Sınırsız bir dünyada sevgiye boğulacaksınız emperyalizmi. Her gün yabancılaşırken kendimize, kimi seviyoruz ki! Kimi benliğimize katıyoruz? Bu sabah yağmur var gözlerimde. Dolu dolu oluyor ya içimiz… Ellerimiz boş… Birileri ‘EL’lerin olurken…
Bir yazıda ‘EL’ kelimesi geçiyorsa o muhtaç olduğumuzun göstergesi. İhtiyaç duymak… Can YÜCEL’in bir sözü kemirir beynimi. “Sana ihtiyacım var gel diyebilmekmiş güçlü olmak.” Bu noktada içten içe ne kadar güçlüyüz?
Siz bilmezsiniz. Geceleri Akçaabat sahilinde dolaşan “AŞIK”lar vardır. Onlar vermiştir bu şehre adını. [“AşK”ÇAABAT] Kimisi de vardır, odasının sessizliğinde boğulur. Tek istekleri SAHTE olan dünyada GERÇEK bir aşk…
Diyor ya Fuzuli “Konuşsam tesiri yok, sussam gönül razı değil.” Aşktan bahsetmek istedim sadece. Akçaabat’ın aşka bakış açısını çözmek istedim, gönlümün bir kenarı kısayken…
Kareli bir defterde iz olur kelimeler, kalbin izini taşımasada…
Aşka inanlar ve inanmayanlar diye ikiye ayırabiliriz insanları. Vardır elbet ikisini de sonuna kadar savunan.
Bir haftadır takip ediyorum Facebook’tan. Özellikle okuyorum cümleleri. Sevmek ve sevilmemek aynı cümlede oluyor, kötü de durmuyor hani yan yana, sevmek ve sevilmekten çok. Herkes kafasına göre takılıyor. Güzel cümleler de çıkıyor. Aklımda bir tane kalıyor. Hemen yazayım. “En az benimki kadar annemin de ahı tutar şimdi sana, burnumdan getirdiğin süt onun sonuçta...”
Bu cümleleri yazarken karşı masaya bir genç oturdu. Bana benziyor her yönden. Tek farkımız sigara içiyor o ve sigarasına asılıyor. Gözlerine bakıyorum. Ağlamamak için zor tutuyor kendini. Bana bakıyor. “Gözler vardır sözler anlatır, sözler vardır gözler anlatır.” Ben gözlerinden okuyorum hikâyesini. Anlıyorum. Ve göz temasına girmek istemiyorum. AH! Diyorum. Tam da yazının üstüne… Allah mı gönderdi seni?
Sahil suları… Saat:19.30… Önümde çay ve son ses müzik… Ve çocuğun gözleri doluyor! Ve benimde… Yeni yapılan mendireğe bakıyorum. Yazıdan görülmüyor. Oysa hep şöyle DÜŞünmüşümdür. Yanılmışım. Msn iletileri çıktı tuvaletler ve duvarlar rahatladı. Yanılmışım! Hiçbir şey umurumda değil. Karşımdaki çocuk ‘AşK’ÇAABAT kıyısında KARADENİZ’in hırçın sularında dibe doğru batmaya devam ediyor… Ve ben hiçbir şey söyleyemiyorum…
Aşk’a inananlar ve inanmayanlar… İnanmayanlar size sesleniyorum. Sessiz harflerde sesli bağırıyorum size. SİZ diyorum, mesafe koyduğumdan değil, tamamen SAYGIDAN! Kendinizi inandırdığınız için türkü geliyor size AŞK. Ama unuttuğunuz yanılgılar var. Devranı sürdüren yiğitler var(Karşı masadaki aşktaş). Aşk nedir tanımını bilmezken, bir kılıfa uyduruyoruz. Sahi aşk nedir? Akçaabat’ın neresindedir? Adında mıdır? [“AşK”ÇAABAT]!
Hayat şekillendiriyor ya her şeyi, aşkıda şekillendirdi. Aşkın sizin zamanınızda olduğunuzu savunuyorsunuz. Önceden kavuşmaktı aşk, şimdi ise aldatmamak ve katlanmaktır. Sevgiler bitmedi. Modernize oldu sadece. İnternet aşklarını da tasnif etmiyorum. ‘AşK’ÇAABAT Limanında el ele tutuşmanın zevkini hangi web-cam verebilir. Aşkın özü değişmedi. “Crack”lı aşklar var, şifresi çözülmeyen.
Aşka inanmayalar (En çokta çevremde var.), İnanmasanız da aşk var. DİNLE! “Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz, aşktan doğmuşuz. Biz aşk çocuklarıyız. Aşktır bizim anamız.” Diyor Mevlana hazretleri. “Aşkın; dili, dini, ırkı, mezhebi yoktur.” Siz aşkı bu kentin neresine sakladınız? Hangi rüzgâr oynatır onu yerinden?
Tamamlanınca her şey eksik kalır. Eksik kaldı yazım, yanım ve gözlerim. Bir dikişte içiyorum gözyaşımı yine.
Aşk yok diyorsunuz ya bayanlar ve baylar. Gecenin en deminde yaşanıyor. Belki de nicedir unuttunuz o tadı. Unuttuğunuz şeyin tanımı yok. Bilirim. Bilirsiniz. Yine Mevlana hazretlerinde devam edeyim, son noktayı koyarak. Sorarlar Mevlana hazretlerine “AŞK nedir?” Mevlana hazretleri “OL(Hamdım, piştim, yandım) da gör!” der. Tekrardan sorarlar. Mevlana hazretleri şöyle cevap verir: “Aşkın bir tanımı yoktur. Eğer aşka tanım yaparsak, o aşk ortadan kalkar. İlle de benden aşkın tanımını istiyorsanız “NEY” sesi dinleyin.”
Sahi Ney bunca zahmete neden katlanır? Bülbül neden şakır? Mevlana hazretleri neden kendine “HAMUŞ(Suskun)” der. “DİNLE!” Diyerek başlar Mesneviye. Suskunluk çok şey anlatıyorsa biz boşuna konuşuyoruz desenize… Ne çok söylenecek şey var oysa. Bu suskunluk kulak patlatıyor. (Mevlana’nın aşkı Allah aşkıdır, diyebilirsiniz. Doğrudur. Ama o İnsanların her türlüsünü sevdi, yaratandan ötürü. Zaten birini sevmeye başlayınca dünya güzel görünüyor göze.)
Ey aşka inanmayanlar, inanmayın. Varsın ne olacaksa olsun artık. Ne eksik kalır ki hayattan. Hikâyeler kötü biter ama güzeldir. Aşk vardır ve biz onu kötü sonuçlandırdık.
Her insan görünüşe bakar. Gül dikenlidir görünüşte. Onu tutabilenler kokusuna varır ancak. Her şeye şikâyet ediyoruz ya. Gülün neden dikeni var diye de şikâyet etmekteyiz. Oysa şükretmeliyiz. Dikenin içinde “GÜL” bitiyor diye. Şükürler olsun. Aşka inancım da tam(Mutlak eksiği vardır.) Hep ceplerimde umut kırıntısı…
‘AşK’ÇAABAT’ta yazıyorum bunları… Bu aşka ‘AşK’ÇAABAT ismini veriyorum. O yutuyor gözyaşlarımı çünkü. Siz bilmezsiniz. Her gece aşkın ve yalnızlığın başkentinde şarkılar söylüyor. Bazen bu yalnızlık ilçeyken il oluyor*.
Bu gece havada mükemmel bir dolunay var. Ve ben seni bu denli özledikçe aşk, AYkolik oluyorum. ‘AşK’ÇAABAT** ve AYkolik***… Kim bana gözyaşı ısmarlayacak?
-----------------------------------------------------------------------------------------
*Alıntıdır. Kaynak bilinmiyor…
**Bir yerde görmüş olabilirim ya da gülebilirsiniz belki ama rüyamda da görmüş olabilirim.
***Aşkın GÜNGÖR’ün kitabının ismi…
Not: Bu yazı başka bir sitede yayınlanmıştır ve arşiv olarak buraya eklenmiştir...