Her şeyin belli çıkarlara dayalı olduğu günümüzde, birileri tarafından düşünülmek, onlar tarafından hatırlanmak oldukça önemli bir durum. İnsanlar arasındaki ikincil ilişkilerin arttığı bir dönemde, birileri tarafından ‘hâtıra gelmek’ insanı mutlu eden şeylerden biri olsa gerek.
Geçtiğimiz hafta Trabzon’un Akçaabat İlçesi’nde 22 yıldır aralıksız, yayınını sürdüren Akçaabat Yeni Haber Gazetesi’nin kuruluş yıldönümünü geçirdik. İlçenin çıkarlarını ön plânda tutarak, yurt dışında, Türkiye’nin dört bir yanındaki Akçaabatlı aboneleriyle birlikte ilçe halkına, Akçaabat’la ilgili nelerin olduğunu aktaran gazetenin yılda bir kez geçirdiği bir târihti elbette kuruluş yıldönümü.
23. yılı içerisine giren gazetenin sâhibi, değerli gazeteci üstâdımız İsmâil Topal, kendi köşesinde hâtıra getirdi kuruluş yıldönümünü. İsmâil ağabeyin yazısını okuduktan sonra gelişmiş şehirler başta olmak üzere, basının önemini ve çağdaş toplumlardaki yerini düşünen ben, tebriklerin havada uçacağını düşünmedim de değil açıkçası.
İlçeye bu kadar hizmet sağlayan basın kuruluşuna başta ilçe belediyesi, iktidar partisinin temsilcisiyle berâber muhalefet partilerinin temsilcileri, diğer siyâsî kuruluşlar, sivil toplum örgütlerinden tek bir tebrik dâhi gelmedi. Başta en büyük şehir gazetesinin olduğu Bursa olmak üzere, birçok öncü şehirde böyle bir şeylerin atlanmasının çeşitli etraflarca mümkün olmadığını düşünen ben böyle bir yanılgıya kapılmışım doğrusu. Kamu hizmeti görevi gören gazetelere, hak edilen değeri vermeyen ancak kamuoyuna bir şeyi duyuracakları zaman ilk sarıldıkları kuruluş olarak basını bulan bu çevreler özellikle Akçaabat’taki ‘vurdum-duymaz’ anlayışlarını her alanda sürdürüyor. Peki 22 yıllık gazetenin kuruluş yıldönümünü kim kutladı? 1 yıllık Akçaabat Gazeteciler Cemiyeti ve henüz bir ay önce yayımına başlanan Ötüken Dergisi’nin Trabzon Temsilciliği… Üzüldüm doğrusu.
Bu durumla birlikte aklıma bir şey daha geldi. Bence çok önemli ve bu köşeye sıkışmayacak kadar geniş ve büyük bir konu. Bizim Akçaabatlı şehitlerimiz var değil mi? Hani bu vatan için canını veren, toprak olan yiğit askerlerimiz… Bu askerlerimizin âileleri var. Haberiniz var mı? Haberimiz var mı? En son Rahmetli vekil Mustafa Cumur’un her bayramda, Akçaabat protokolüyle birlikte Şehit Gökhan Uzun’un ailesini ziyâret ettiğini biliyoruz. Büyük bir vefâ örneğiydi, her bayram. Cumur’un merhum olması, ziyârete engel mi? Bir de MHP’li kadınların birkaç yıl önce tüm Akçaabatlı şehit ailelerini ziyâret ettiklerini haberleştirmiştim. Ya diğer şehitler? Ya Ali Batur, ya Ali Kemal Demirci, ya Aslan Kalaycı, ya Cengiz Ercan, ya Coşkun Hotaman, ya Engin Saraç, ya Erkan Akçay, ya Erol Kalkışım, ya Erdal Tirgil, ya Ertan Ergül, ya Felatun Demir, ya İbrahim Durna, ya İbrahim Seyis, ya Mustafa Turan, ya Mürsel Hacıoğlu, ya Nazmi Akçiçek, ya Rıfat Türe… Ya bunların âileleri? Şehîtler toprağa düşünce değil, unutulunca ölür, derler.
Yoksa bu şehitler de açılımlara mı kurban gitti? Ya açılıma karşı olduğunu iddia edenler onların haberi var mı bu kahramanların ailelerinden, kabirlerinden? Bu yiğitler korkmadı. “Ben vicdan-i ret” yapıyorum diyerek, ödlekliklerini “vicdani ret” perdesiyle gizlemedi. Şimdi birileri çıkmış, “Ben Müslüman’ım” diyerek, aynı zamanda İslâm’ın da düşmânı olan Marksist terör örgütüyle, “savaşamam” diyormuş. Cesâretten, dürüstlükten, mertlikten zerre nasiplenmeyen ve vatan hâinleriyle aynı ağzı konuşan bu gürûh, açılımların da gazıyla salyalarını akıtmakta, Türklükten alamadıkları hınçlarını askerlikten almaktadır. Bu Vicdân-ı retçiler, Türk Cezâ Kanunu’nun “Milli Savunmaya Karşı Suçlar” bölümündeki 318. Maddesi’ne göre halk askerlikten soğutma suçunu da işlemektedirler. Askerlik gibi kutsal bir mesleği yapmamak için pembe tezkere dâhî alanların olduğu günümüz Türkiye’sinde “vicdan-ı ret yapıyorum” diyerek, devletin kânunlarına meydân okuyanların olması çok da normal… Ne oluyordu? Normalleşiyorduk değil mi?
Saygılarımla…