İlçemizde yayımlanan Akçaabat Yeni Haber Gazetesi’nde kendine köşe edinen ve bu milletin yandaşı olmayacağı zihniyetten beslenen bir şahsın yazısıyla karşı karşıya geldik bu hafta. Eli kanlı, bölücü terör örgütünün de tarafı olduğu “Vicdan-ı ret” konusunu savunan bir şahıs, gazetede geçtiğimiz haftalarda bir yazı yazmıştı.
Biz şahsın kendisini muhatap bile kabûl etmeyip, adını yahut yazısının herhangi bir pasajını, başlığını belirtmeden “vicdan-ı ret” ve bunun savunucuları hakkındaki düşüncelerimizi dile getirmiştik. Bunun üzerine kendini nîmetten sayan söz konusu vicdan-ı retçi, köşe yazarlığını icrâ etmeye çalıştığımız internet sitesinin düzenleyicisine ve bana ulaşarak, yazıya karşı cevâbının –haberleştirilerek- yayınlanmasını istedi.
Kendisine, cevâbî yazısının bir haber değeri taşımadığını ancak, bir sonraki köşe yazımızda bu yazıyı yayınlayabileceğimizi veyâ köşe yazısının alt bölümünde bir yorum özelliği bulunduğunu dile getirdik. Gazetecilik mesleğini icrâ edenlerin araştırıp, üzerinde uğraşıp, yayına hazırlayıp, bir de halka sunduğu haberlerin yer aldığı gazetelerde belirli aralıklarla kendi ideolojisini sunmak için yazı yazarak; birilerinin gazetenin çıkarılması sürecindeki emeklerinin üzerine oturan bu aklın elbette neyin haber olup, neyin olmayacağını bilmesini beklemiyorduk!
Bu konuda yine kendisini nimetten sayan bu zât, sitemli bir biçimde “bugün bakıyorum sitenize 5 tane haber girmişsiniz. o kadar haklı veya cesursanız neden benim yazımı haber yapamıyorsunuz? sevsinler sizin fikir hürriyetinizi, cesaretinizi, haklılık pozlarınızı...” şeklinde ifâdelerin yer aldığı bir e-posta attı. “Köpeksiz köyde değneksiz dolaşmak” deyimindeki misâlle, bu kişi istediği gibi yazacak birileri onların yazılarına biraz dokunduğunda “Fikir hürriyeti” diye bağıracak! Yok öyle yağma!
Bu işlerin sonrasında bir yazı kaleme almış bu hafta… Bizim uçuş denemesi yaptığımızı iddia etmiş yazısında. Kimin uçtuğunu ise kafasındaki örümcek ağlarını temizlese görecek olan bu zât, kafasında kurduğu dünyada yaşıyor. Çık dışarı bakalım! Asıl uçanların; “Askere gitmeyene kız vermezler” sözünün yaygın olduğu çevremizde, “Pembe tezkere” veyâ “Vicdan-ı ret” gibi sığınaklarla askerden kaçanların olduğunu görürsün! Gerisi lâf-ı güzâftır.
Kendisine dayanak olarak da; Allah’ı, Peygamber’i, hadisleri vb. dinî kaynakları göstermeye çalışan bu şahıs, acunu şereflendiren Peygamber’in haksızlık ve zulümle savaşını göz ardı etmiş. Savaştan, askerlikten korkup veyâ kaçanların, ilkokuldaki din derslerinden beri bizlere öğretilen; Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında savaşanların kimler olduğunu açıklamaları gerekir!
Yazısında birtakım boş sorular yönelten bu şahsın sorularını kayda değer görmüyorum. Bana Kur’an’ı anladığım dilde okuyup-okumadığımı, üzerinde düşünüp-düşünmediğimi dâhî sormuş. Bu şahsın bundaki amacı ise, kendi dayanaklarının dîn olduğunu göstermek ve kendisini bir şekilde haklı çıkarmak. Bir de sormuş… Asker ocağı hangi peygamberin ocağı diye. Söyleyelim: Savaş nârâsı “Allah, Allah” olan bu asker ocağının hangi peygamberin ocağı olması gerekiyorsa, onun.
Askerî yönetimi eleştirebilir, düzensizliklerin bir düzene sokulmasını isteyebilirsiniz. Ancak, “askere gitmiyorum” şeklinde vicdânsız bir rette bulunmaktaki maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir! Sizin zihniyetinizi biliyoruz. Bu millet de biliyor. Günümüzde uygulanan bâzı yanlış dinî uygulamalar yüzünden “Câmiye gitmiyorum”, “İslâm’ı reddediyorum” diye biliyor musun? Diyebiliyorsan buyur, demiyorsan gerisi hikâye. Boş lafa karnımız tok bizim.