AKÇAABATIMSI!..
Nüfus sayımları, iki binli yılların ortasından buyana kentlerde yaşayan insan nüfusunun kırda yaşayan nüfusu geçtiğini göstermektedir.
Yani, insan uygarlığı kentli bir uygarlık haline dönüşmüştür.
Bu, toplumların sürdürülebilir kalkınması ve yaşanabilir bir çevrede var olması anlamında yeni ve karmaşık bir süreç üretmektedir.
Öyle ki; kentlere yığılan onca insanın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak ve aynı zamanda doğayı ve çevreyi bozmayacaksınız.
Nasıl?..
Köylerde tarlalar bomboş dururken, üretime yönelik kullanılmazken, kentlerde iş imkânları var etmek için her yanıfabrikalarla donatırken, onca insana konut sağlamak adına her boş alana apartmanları dikerken, nasıl başarılacak doğayı ve çevreyi bozmamak?..
Şehir mühendisliği burada devreye girecek işte.
Şehir planları buna göre yapılacak…
Kentlerin yaşanabilirlik kavramının yanı sıra, kent ekonomisi, sosyal yapı, kalkınma gibi kavramlar birlikte değerlendirilerek, kentlerin yeniden kurgulanması sağlanacak.
Günümüzde kentsel dönüşüm çabaları hep buna yönelik…
Kent sosyolojisi, kent bilim, çevrebilimi, sağlık birimleri, coğrafya, etnografya göz önüne alınarak kent planlaması yeniden düzenlenecek…
Yaşam kalitesi ön plana çıkarılacak.
Gandhi’nin dediği gibi; “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.”
Bir Kızılderili sözünün acı gerçeği; “Ancak en son ağaç kesildikten, en son nehir zehirlendikten ve en son balık tutulduktan sonra anlayacaksınız ki, insan parayı yiyemez!”
Ve unutmamamız gereken bir vakıa; “Doğa, bize dedelerimizden kalan bir miras değil, torunlarımıza bırakacağımız bir emanettir.”
Bütün bu anlattıklarımızı göz önüne alarak Akçaabat’ımızı değerlendirelim!..
Gerçekten bir kentsel dönüşüme ihtiyacı yok mu?..
Zamanı geri döndürmek imkânsız olduğuna göre, ne yapılacaksa bugün yapılacak…
Eski fotoğraflar içimizi acıtıyor…
Akçaabat’ımız sırtına taşıyamayacağıkadar yük yüklenmiş bir vaziyette değil mi?
Rüzgârın soluğunu apartman pencerelerinden hissedemiyoruz!..
Gözümüz yeşil tarlaların rengini unutmuş!..
Çocuklarımızın özgürce top peşinde koşacağı, korkusuzca oynayacağı, yatıp yuvarlanacağı alanları yok!..
Karadeniz yüzünü yalarken, denize gireceğimiz sahilimiz kalmamış!..
Dereler çağlamıyor!..
Kurbağa serenatları mazide kalmış!..
Yüce ALLAH Kuran-ı Kerim Rum Suresi 41. Ayette; “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmınıonlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”buyurmaktadır.
Fazla söze ne hacet!..
Ellerimizle “cinnet mekânları”oluşturduk…
Bu benim çocukluğumun Akçaabat’ıdeğil!..
Velhasıl şu anki Akçaabat, sadece mazideki Akçaabat’ın adını almış, devşirilmiş, değiştirilmiş halde…
Akçaabat değil elimizdeki, Akçaabat’ıandıran bir şehir!..
Yani Akçaabatımsı…