İnsan; özlemleri, emelleri, hayalleri ve gerçekleri ile bir bütün olarak yaşamını sürdürmek zorundadır. Sınırlarını iyi ayarlayabilen, yaşamın realitesi içinde tercihlerini iyi yapabilen ya da zamanında ve doğru yerde isabetli karar verip uygulayabilen, diğer insanlardan bir adım öne geçebilmektedir…
Çoğu kere alışkanlıklar insanın ayağında pranga olur. Kolay kolay insan yapısı alışkanlıklarını terk etmek istemez. İçgüdüsel olarak daima kendine bir neden yaratarak, durumundan kurtulmak için yapmayı planladığı atılımı, hareketi veya değişikliği erteler. Bazen de çevresi, ailesi veya cesareti bırakmaz adım atmaya, değişikliğe, bir başka eyleme… Balzac “Hiç kimse bir alışkanlığa veda etmek cesaretini gösteremez.” derken aslında her şeyi özetler.
Akçaabat’a bakıyorum da, herkes aynı işi yapıyor gibi geliyor bana. Biri bir iş yapsa, aynı işi diğerleri takip ediyor. Mesela; köfteci dükkânları. Sıra sıra, yan yana dizilmişler. Sokağı boydan boya teslim almışlar. Adeta “köfteciler sokağı” gibi. Ya da tavukçu. Biri açtımı, ardı ardına, aynı mahalde birçoğu açılıyor. Peki, ama neden böyle? Yani insanımız risk almayı sevmiyor mu? Ya da, nasılsa iş yapıyor, hazır pazar deyip birbirini mi taklit ediyor? Yoksa açması, işe başlaması maliyet olarak daha mı ucuz? Kafama takılıyor doğrusu. Benim Akçaabat’ımın insanı, yenilikçiliğe, yeni bir iş üretmeye kapalı mı? Sorguluyor değilim yanlış anlamayın, sadece sesli düşünüyor ve sizlerle paylaşıyorum.
Doğduğu yerde başarı aramaya, çalışmaya ya da ebedi orada kalmaya mecburmuş gibi, bütün sorumluluğu kadere yükleyerek, yaşamı olduğu gibi kabullenmek, ne derece doğru? Bir Alman Atasözü “Hayatı olduğu gibi kabul etmeliyiz ama kabul edilebilir hale gelmesi için de çaba göstermeliyiz.” der. Unutulmaması gereken,” yalnızca kaybetmekten korkmadığınız zaman kazanırsınız.”
Akçaabat’ımızda olanaklar kısıtlı evet. Ama bizim için, yapılacak, yapabileceğimiz bir şey muhakkak vardır.
Son dönemlerde turizmi ön plana çıkarma gayretleri var, çok güzel. Ortamahalle evleri elden geçiriliyor. Akçaabat için bir değer olan bu evler, elbette ki turizme kazandırılmalı. Ama turist geldiği yerde temiz, güvenli ve huzurlu kalacak yer, pansiyon ne derseniz deyin işte arar. Ucuz ve güzel yiyeceği yer arar. Turizme yönelik çalışma sadece o evleri onarmakla değil, topyekûn, Akçaabat ve Akçaabatlılar olarak bu işin bilinciyle kendimizi hazırlamakla mümkün olur.
Yaylalar Allah vergisi cennetler. Ama yıllardır doğa turizminden hak ettiği payı alamıyor. Burada arkadaşlarımıza biz Akçaabat’ı, Karadeniz’i anlatıyoruz, övüyoruz, turizm elçiliği yapıyoruz ama “Turlar var mı? Kalınacak yerler var mı? Nasıl gideceğiz? Nerde kalacağız?” gibi sorularına da apaçık cevap veremiyoruz doğrusu.
Akçaabat, uzaktakilerce daha çok seviliyor bilin!.. Bunu yaşayan, tecrübe etmiş biri olarak söylüyorum. Birçok arkadaşım var gurbette, Akçaabatlılığı ile gurur duyuyor hepsi.
Sağlıcakla kalın, Allah’a emanet olun! Satırlar yine Mevlana Hazretleri ile son bulsun; “Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye! Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı bülbüller gizlenir ve susarlar. Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükut eder.”
“Söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanını adamın boyuna göre biçer.”