Temeli “oku” sistematiği üzerine kurulu inancının doğrultusunda gelişmeyi Batı’da gören Mehmet Akif, “çarpacak sahil arayan kupkuru bir tekne” misali ülkesinin kurtarıcısı gözüyle baktığı Asım’ın nesline şöyle seslenir yıllar önce:
“Fen diyarında sızan namütenahi (sonsuz) pınarı,
Hem için,hem getirin yurda o nafi (faydalı) suları.
Aynı menbaları ihya için artık burada.
Kafanız işlesin,oğlum,kanal olsun arada.”
Akif’e göre Batı,bizden üç yüz yıl daha erken uyanarak çalışmaya başlamıştı.Kutsallaşan çalışmalarının neticesinde hayat suyunu bularak,onunla hayatına canlılık kazandırmış,böylece (skolastik)karanlık devri kapatmış,aydınlık devri açmıştı.
İşte,bugün genç beyinlerimiz,milletimizin susuzluğunu gidermek için Batı’ya gidecekler.Batı ile Doğu arasında bilimin geçiş yaptığı bir köprü vazifesini göreceklerdir. Anadolu insanının yıllarca çektiği çile,artık sona erecektir.Öyleyse gençler hemen yola çıkmalıdırlar.Nitekim şair, “Bir gün evvel gidiniz,bir saat evvel dönünüz.” demekle olayın bizim için ne denli hayati önem taşıdığını vurgulamaktadır.Bu millet o kadar acı çekmiştir ki,bir gün,bir saat daha çekmeye takati yoktur.Nasıl olsun ki,yoksulluk sınırında cenazeden farkı olmayan canlar çamurdan harabe evlerde yaşamakta.İnsanca yaşama hayalindeki bu insanların derbeder hükümetleri de dilencilikle yaşamaktadır.Yönetim her alanda Batı’ya el açmakta:
“İşimiz düştü mü tersaneye,yahut denize,
Mutlaka,adetimizdir,koşarız İngiliz’e,
Bir yıkık köprü için Belçika’dan kalfa gelir;
Hekimin uzmanı bilmem nereden getirilir.”
Biz böyle zilletle yaşarken,Batı hiçbir zaman olduğuyla yetinmemiş.Şimdi “maddenin zerresindeki güç”le sonsuz güce ulaşmanın peşinde.Ona ulaştığı an dünyaya hakim olacaktır.
Üstat,Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü adıyla MİT ) tarafından Müslüman esirlerin durumunu yerinde görmek,onları Osmanlının içinde yer aldığı ittifaka karşı savaşmamaları konusunda uyarmak için Berlin’e gönderilir.Bu arada Avrupa hayatını tanıma imkanı elde eder.Orada sosyal alanda da Osmanlının Batı’dan geri kaldığını gözlemler.
Kahvenin önünden geçerken:
“Bu kahve…Öyle mi? Yahu!Nedir bu?Vay canına!
Bizim Duyun-ı Ümimiyye’den de heybetli!
diyerek şaşkınlığını gösterir.Birden gözünün önüne İstanbul’daki kahve gelir:
“Çamurlu bir kapı,üstünde bir değirmi delik;
Önünde tahta mı,toprak mı?Sorma,pis bir eşik.”
Karşılaştırma canını sıkar,içi burkulur ama heyhat gerçek bu.
“Latife ber-taraf amma,adam değil yalınız,
Odun da isteriz artık yakında Avrupa’dan!”
Şair böyle deyince “Sen bizi maskara ettin!” diye ona serzenişte bulunurlar.O ise, “Ben bizi değil,maskaralıklarımızı maskara ediyorum.” şeklinde karşılık verir. Onun derdi şu mısralarda:
“Bir baksan a… Gökler uyanık,yer uyanıktır.
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır.”
Çözüm Batı’ya açılmaktan geçiyor.Ancak madalyonun arka yüzünü de görmeli:
“Evet,ulumunu asrın şebaba (gençliğe) öğretelim;
Mukaddesata,fakat,çokça ihtiram (hürmet) edelim.”
Modern çağın bilimleri gençlere öğretilecek.Ancak kutsal değerlerimiz unutulmayacak.Avrupa’ya giden gençlerin yanında milli benlik süzgeci bulunacak.Milli yapımıza,ruhumuza aykırı hiçbir şeyi almayacaklar. Çünkü milli ruh olmadan selamette kalmak mümkün değildir.
Bugün,milli şairimize kulak vermenin tam zamanı.Avrupa Birliğinin kriter (ölçüt)leri gibi bizim de ölçütlerimizin bulunduğunu unutmayalım.Kaldı ki maskaralıklarımızı yok edersek AB’ye yalvarmak zorunda da kalmayız.Öyleyse millet olarak ilkemiz “benliğimizden taviz vermeden Avrupa Birliğine evet” olmalı ve bunun arkasında durmalıyız.
Sözün sonunda bizi hayati bir konuda daha aydınlatan üstadı vefatının 72. yılında rahmetle anıyoruz.
Mekanı cennet olsun!