Akçaabatta bir gelenek yaşatılamya çalışılıyor, Kalandar.Kalandar 13 Ocak ve bugünün gecesinde yapılan eğlenceler ve mahalli takvimde yılın ilk ayına verilen isimdir.Bu gece ile ilgili Acısu köyü web sitesinden "rabia" rumuzlu üyenin yazısını yayınlıyoruz.
Yaşlanıyor muyum ne, sık sık kaybolup giden adetlere takılıyorum ben... İşte onlardan biri KALANDAR...
Yanlış hatırlamıyorsam Ocak ayının 13'üne tekabül eden eski yılbaşı... Babam, 1 Ocak tarihini noel kabul edip, kutlamamıza izin vermezdi; gerçi biz gene de onları yatırır, kendi çapımızda eğlenirdik... Yani, çok da dert etmezdik yılbaşında babamın muhalefetini, çünkü Kalandarımız vardı önümüzde...
Babam fileyi doldurur gelirdi kalandar akşamı... Elmadan, portakala, cevizden keçiboynuzuna (nedenini bilemem ama Kalandarın olmazsa olmazıydı bu keçiboynuzu)...
Kılık kıyafet tebdil edilir, elde iki torba, birine uzuuun bir ip bağlı, dillerde maniler, türküler yollara dökülürdük tüm çocuklar... Bildik kapılara giderdik önce... Torbamızı kapı koluna iliştirir, kapıyı çalar, kaçıp saklanırdık.
"Kalandarıızz, kalkandarrıııızzz, ne verirsen alırızzz" nidalarına, "Gece geldik kapınıza / Selam verdik hepinize / Selamımı almazsanız / Kazma sapı ......nüze" manileri eşlik ederdi.
Tanınmamak için boyadığımız suratlarımızla, giydiğimiz paçavralarla ne eğlenirdik, ne eğlenirdik...
Annem, günler öncesinden koca tenceremizle kuru koçan mısırları vururdu kuzine sobanın üzerine... Kalandar gecesine ayarlardı adeta pişmesini... Yiyebildiğimizi yerdik, kalanlardan ertesi gün gogiya çorbasını pişirirdi. Nenem, GODOŞ sarmalarından sarardı o geceye özel; ne de güzel sarardı... Kimse onun gibi saramazdı godoşları...
Hangi evden ne alınacağını da öğrenirdik bir şekilde. Boş döneceğimiz kapılara da uğramazdık pek.
Tabii Kalandarın olmazsa olmaz şakaları... Torbalara konan odunlar mı ararsınız, kediler mi, küller mi?
Benim unutamadığımsa... Çocukluğumun en hazin anısıdır aslında. Bunu yaşatansa, ölüp gitmiş, rahmet bekleyen bir fani... Vallahi ben affetsem, rahmet dilesem içimdeki çocuk onu affetmez...
Şİmdiki gibi her taraf poşet dolu değil neyse ki... Zar zor edinilen naylon çantalarla veya annelerimizin diktiği kara astar torbalarla çıkardık Kalandara. Çift torba tabii... O kalandarda ikinci torbamız yok... Mecburen bir evden aldıklarımızı aktaramıyoruz başka torbaya... Dolu torbayı bağlıyoruz diğer kapılara. Çok dolaşmışız, enva-i çeşit yiyecek devşirmişiz... "Durun, şu kapıya da..." derken, bağladığımız torba boşaltılıp, bırakılıyor kapıya. Şaka yaptılar, verirler şimdi diye dakikalarca bekledik o kapıda. Zillerini çaldık durduk geç saatlere kadar ama hiiiççç rahatsız dahi olmadılar. Elimiz hamur, karnımız aç döndük eve. Boynumuz bükük... Ağladık da çaresiz...
Ben, her kalandar bekliyorum çocukları... Gelsinler, kapımızı çalsınlar... Benim çocuklarım Kalandarsız yerlerde yaşadılar çocukluklarını, benden dinlediler Kalandarı sadece. Belki yaşadıklarıma tanıklık etsinler diye döndük memlekete; heyattt... Ne Kalandar kalmış da ne bişe...
Ne dersiniz, yaşıma başıma bakmadan, çocukları toplasam, hep birlikte, "Gece gelsek kapınıza / Selam versek hepinize" ne dersiniz?