TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Trabzon Şube Başkanı Cemil PEHLEVAN yaptığı açıklamada “Halka Ucuz Et Yedirme Projesi” Ülke hayvancılığı yok etme projesine dönüşmesin diyerek, İthalat ile kısa vadede fiyatlar düşer veya sabit kalır ama sonuca baktığımızda iktisat temel kuralı olarak ithalat ile fiyatların hep yükseldiğine dikkat çekerek konu ile ilgili olarak aşağıdaki açıklamalarda bulundu.
Son yıllarda ülkenin gündeminden düşmeyen kırmızı et krizini ithalat yoluyla çözme girişimi, 30 Nisan 2010 tarihli Resmî Gazete‘de yayımlanan kararla EBK‘ye sığır eti ithalatı yapma yetkisinin verilmesiyle başlamış; aradan yedi yıl geçmesine ve 5 milyar dolarlık ithalat yapılmasına rağmen kriz aşılamamıştır. Sorunun ithalat yoluyla çözülmesinin mümkün olmadığı, ithalatın fiyatları düşürmediği yaşanarak görülmesine rağmen ithalat sarmalı halen devam etmektedir.
Et fiyatları artmaya başlayınca, Ankara karkas et ithali için kapıları açmıştı. O kapı bir kapanır, bir açılır hale geldi.
Sadece ette değil, her türlü tarım üretiminde fiyatlar yükselince Ankara, ithalatla halka ucuz gıda maddesi ucuz et yedirme adı altında yerli üreticinin “terbiye edilmesi”ni hedef alıyor. Ucuz ithalden sonra fiyatlar bir süre geriler ama ithalat yerli üreticiyi üretimden soğuttuğu için veya üretimden vazgeçirdiği için üretim azalır. Talebi karşılayamayan yerli üretime karşın ithalat artar sonunda İthalat üretimi caydırarak fiyatlarda kalıcı artışa yol açar. Bütün dünyada iktisat kurallarında işleyen bu durum ülkemizde yanlış politikalar ile hayata geçirilmekte “Halka Ucuz Et Yedirme Projesi” adı altında “ hayvancılığımızın tabutuna çivi çakılmaktadır”.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hayvancılık Genel Müdürlüğü çok kapsamlı bir çalışma ile “Kırmızı Et Stratejisi” hazırladı. Bu stratejide aynen şöyle deniliyor: “Kırmızı et üretiminin artışında, besi hayvanı materyali temini büyük önem taşımaktadır. Zaman zaman başvurulan et ve besilik hayvan ithalatı sorunu çözmekten uzaktır.” Yıllardan beri, canlı hayvan ve et ithalatı ile sorunlar çözülmeye çalışılıyor. Her defasında ithalatın çözüm olmadığı görülmesine rağmen, bu politika ısrarla sürdürülüyor.
1980 yılından bu yana ülkemizin nüfusu 45 milyondan 79 milyona ulaşmasına karşılık, toplam hayvan varlığımız ise 85 milyondan 56 milyon başa düşmüştür.1940 yılında 100 kişi başına 55 olan sığır sayısının, 2016 yılında 18`e, aynı dönemde koyun sayısı 148`den 39`a, keçi sayısı da 95`ten 13`e inmiştir. Bu durum et sektöründe arzın talebi karşılayamayacağını göstermektedir. Kısa popülist çözümlerde ise halka ucuz et yedirmenin aslında ülke hayvancılığını öldürmenin yolu olan ithalat seçilmektedir.
Uzman tüm kurum ve meslek odalarının itirazına karşın 2010 yılından itibaren Yükselen et fiyatlarını baskılamak üzere ithalat yolu seçilerek, önce canlı hayvan, ardından et, sonrasında da saman ve kurbanlık hayvan ithalatına izin verildi. Mayıs 2016’ya kadar 280 bin baş damızlık sığır, 1.5 milyon baş damızlık olmayan sığır, 2.4 milyon baş koyun-keçi ile 220 bin ton sığır eti ithal edildi. Toplam 5 milyar dolar ödendi.. Buna rağmen kıyma 40 Tl , Kuşbaşı 45TL Bonfile 55 Tl civarına çıkmıştır. İthalat çözüm olmadı.
Yapılan her ithalat ülkemizdeki üretime darbe vurdu. Küçük ve orta ölçekli işletmeler, yüksek maliyetler nedeniyle kazanamayınca alandan birer ikişer çekildi. Yüksek fiyatların cazibesine kapılarak hayvancılık yapmaya teşebbüs eden ve sektörle alakası bulunmayan sermaye sahipleri ise kısa sürede iflasın eşiğine geldi. Yapılan her bir ithalat, getirilen her bir sığır iç üretimimize adeta bir darbe vurdu.
Asıl görevi üreticiyi desteklemek ve hayvancılığı geliştirmek olarak belirlenen Et ve Süt Kurumu aracılığıyla Polonya, Fransa ve Bosna Hersek`ten karkas sığır eti ithal edilmiş, Son olarak Bakanlar Kurulu Kararı ile Sırbistan`dan 5 bin tonluk et ithalatı anlaşması yapılmıştır. Böylelikle Avrupa ve Güney Amerika çiftçisi desteklenmekte, Türkiye‘deki çiftçi devletin ithal eti ile rekabet edemediği için iflasa sürüklenmekte ve devamında göç ederek kırsal alanı boşalmaktadır.
Son alınan kararla ülke genelinde belirlenen marketlerde ithal et satılacağı açıklanmıştır. Böyle bir uygulama başlangıçta tüketici açısından olumlu bir karar gibi görünse de uzun dönemde kendi üreticimize ve üretimimize büyük zarar verecektir. Son 7 yıldır yaşandığı üzere gelen ithal et sadece birkaç ay fiyatları yerinde tutabilmekte, sonrasında ise hızlı bir şekilde fiyat artışı yaşanmaktadır. İthalatın, ülkemizdeki hayvancılığı çökertmekten tüketicinin ise gittikçe daha yüksek fiyatla et yemesine neden olmaktan başka bir işe yaramadığı artık görülmelidir!
Çözüm İTHALAT değil aşağıda sıraladığımız akıl ve bilime dayalı kısa orta ve uzun vadeli ülke çiftçinin gelirini artıracak halkın refahını yükseltecek tarımsal politikalar olmalıdır.
Meralar her torba kanunda istisna hükümlerle farklı faaliyetlerin hedefi olmaktan çıkarılmalıdır. Meralar ıslah edilmeli, mera ve tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına asla izin verilmemeli; bu alanlar hiçbir gerekçe ile yapılaşmaya açılmamalıdır. Hayvancılığımızın emrine tahsis edilmelidir.
Günümüzde Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve AB dahi küçük ve aile işletmelerinin dünyayı açlıktan kurtaracağını belirtmektedir. Bu çağrılara kulak vermek ve topraklarımızda hala mevcut olan bu yapılara özel önem vermek ve ekstra desteklerle devamlılıklarını sağlamak ülkemizin bir avantajı olacaktır. Aile işletmelerindeki hayvancılık acilen ciddi destek kapsamına alınmalıdır.
Serbest piyasa ekonomisini dünyaya dayatan ülkeler dahi bu politikalarından artık vazgeçmektedir. Tarım sektöründe ise serbest piyasa koşullarını hiçbir zaman dayatmamışlardır. Bu kapsamda çiftçilerin kooperatif çatısı altında örgütlenmeleri teşvik edilmeli ve desteklenmelidir. Bu örgütler üreticilerin kendi ürünlerinin fiyatı ve alım koşulları ile girdi temininde söz sahibi olabilecek şartlara kavuşturulmalıdır.
Et ve Süt Kurumu (ESK) ithalat değil, piyasaya müdahale edebilecek bir kurum haline getirilmelidir. TİGEM İşletmeleri damızlık üretim materyali üretim görevlerine yeniden döndürülmelidir.
Hayvancılıkta maliyetin %60-70’ini yem oluşturmaktadır. Karma yem üretimimiz 9 milyon ton olup ihtiyacımız 14 milyon ton civarındadır ve 5 milyon ton açığımız mevcuttur. Karma yem üretimimiz %50 oranında ithal hammaddelere bağlıdır ve bu açık GDO’lu mısır ve soya ithalatı ile karşılanmaktadır. Kaba yem üretimimiz de 59 milyon ton olup ihtiyacımız 74 milyon tondur ve 15 milyon ton açığımız vardır. Bu açıklarımızı kapatacak politikalar geliştirmeliyiz.
Kaba ve Kesif yem fiyatlarını düşürecek acil önlemler alınmalıdır. Tarımsal üretimin her alanında yüksek girdi fiyatları, üretimin karlılığını olumsuz yönde etkilemektedir. ESK`nın Ekim ayında yayınladığı son Haber Bülteninde girdi fiyatlarına ilişkin çizelgelerde, geçen yıldan bu yana besi yeminin %9.7, yoncanın %28.9, korunganın %38.5, silajlık mısırın %28.9, samanın %71.5, arpanın %14.5, mısırın %13.5, motorinin %16, Gübrenin (DAP %28.8, Üre %41) arttığı görülmektedir. Girdi fiyatlarındaki bu artışa karşın, üreticinin gelirlerinde bu artışı karşılayacak bir iyileşme olmamıştır. En önemli yani yem Girdi fiyatlarının düşmesini sağlayacak uygulamalar, ivedilikle hayata geçirilmelidir.
Destekler yeterli hale getirilmeli Hayvancılığımızın geliştirilmesi kapsamında; Avrupa Birliği bütçesinin yaklaşık yüzde 40’ı her yıl tarıma destek olarak veriliyor. Bizde ise bu oranın %2’yi geçmediğini görmekteyiz bu durum değişmeli hayvancılık destekleri artmalıdır. Ayrıca Avrupalı çiftçi 7 yıl içinde ne kadar tarımsal destek alacağını bilerek ekim yapıyor. Amerikalı çiftçi 5 yıl içinde alacağı desteği hatta ürün bazında ne kadar destek alacağını bilerek üretim yapıyor.
Başkan PEHLEVAN eğer sıraladığımız acil önlemler hayata geçirilmeyip İthalat devam ederse zenginin eti sabit fiyatla yemesi uğruna fakirin yine ete ulaşamaması, üreticinin alandan kopması, hayvancılığın çökmeye ve et fiyatının artmaya devam etmesi demektir.